Bu Blogda Ara

20 Temmuz 2009 Pazartesi

BU SEFER BİR HİKAYE

Bu Hikaye Batı Dünyası tarafından ortadoğunun en önemli düşünürleri arasında gösterilen Halil Cibran tarafından kaleme alınmıştır.Cibran'ın anlatımları Mesel olarak tanımlanıyor. Mesel, La Fontaine'in Fabl anlatımlarının bir başka versiyonu olarak da düşünülebilir. Okuyanlar her hikayeden kendilerine göre bir sonuç çıkarabilirler. Bu, Messel'in ya da benim tabirimle "kıssadan bir hisse"nin doğal sonucudur.
Bir gün bir yengeç yassı yassı yürüyorken 2 tane istiridyenin konuşmalarına kulak misafiri olmuş.İstiridyelerden kabukları açık olan "Tanrım sana şükürler olsun ne kadar güzel bir gün daha başlıyor her şey cıvıl cıvıl " deyip kahkahalar atıyormuş. Kabukları açılmamış olan diğeri ise arkadaşına "Ne diyorsun sen? Neredeymiş o cıvıltılar? İçimdeki şu dayanılmaz sancı beni yaşamaktan nefret ettiriyor, neredeyse ölmeyi yeğler hale geldim" diye serzenişte bulunuyormuş. Yengeç bir an durmuş ve serzenişte bulunan istiridyeye dönmüş, "Sen o arkadaşına ne bakıyorsun? Esasında ağlaması gereken o çünkü içi bomboş. Oysa senin o dayanılmaz sancı dediğin, içinde taşımakta olduğun koskoca bir inciden kaynaklanıyor" demiş ve yoluna devam etmiş.
Sizce biz o sancılı istiridye gibi miyiz?

Sevgiyle

13 Temmuz 2009 Pazartesi

YİNE DEMOKRATİKLEŞME

Sizce demokratikleşme gece yarısı adeta baskın şeklinde kabul edilen kanunlarla olur mu? Bence olmaz . İster askerlere sivil yargının önünü açan bir konuda ister bir başka konuda. 

Birde AB ilerleme raporlarının arkasına sığınma kolaycılığı var ya o hiç mi hiç olmuyor ve de kimseye yakışmıyor. 
Ben siyaset bilimci değilim ama öğrenciyken almış olduğumuz siyaset bilimi derslerinde (35 yıl önce) önemli konularda bir yasal değişikliğe ihtiyaç var ise bunun önce kamuoyunda tartışılması, ilgili tarafların görüşlerinin alınması ve bilahare eyleme geçilmesinin doğru bir yaklaşım olacağı öğretilmiş idi.

Tabi bizim okuduğumuz kitap batı normlarında hazırlanmış bir kitaptı. Unutuvermişim; ne de olsa 35 yıl öncesinin kitabı o.

Sevgiyle

TARIMSAL REFORM

Tarımsal Reform Paketinin açıklanmasının eli kulağında, gerçi ip uçları bir kaç zamandır gündemde. Kim bilir bu Cumhuriyetin başlangıcından beri her hükümetin gündeminde olan kaçıncı Reform Paketi. 
Geçenlerde Sn.Başbakana bir mektup göndermiştim. Umarım onca işinin arasında vakit bulup okumuştur.
Konu bir vatandaş olarak mayın temizleme tartışmalarından çok sıkılmamla ilintiliydi zira arazinin kim tarafından ve nasıl temizleneceğinden daha önemli olan sonrasının nasıl olacağı konusu kimseyi fazlasıyla ilgilendirir gözükmüyordu. 
Bense Cumhuriyet'in başlangıcından beri çözülmemiş olan tarım sorununun üstelik de hükümetin ha bugün ha yarın açıklayacağı Tarım Reformu gündeminde iken-beklenen çözümünün bu çerçevede modellenebileceği ve sonra da tüm Türkiye'e yaygınlaştırılabileceği gibi bir hissiyata sahiptim. 

Bu konuda mütevazi olmayacağım;zira farklı ülkelerde hem tarım hem de farklı konularda çözümü görmüştüm.
Sn. Başbakan'a önerim şu idi; Temizlenen araziyi ekonomik ölçekte tarımsal üretim alanlarına bölün ve yöre halkına verin. Bunu yaparken ister mayını temizleyen kuruma isterseniz bir başka kuruma şu sorumlulukları yükleyin: 
1- Tarımsal proje geliştirme
2- Tarımsal üretim konusunda eğitim
3- Yapılacak üretim konularını belirleme 
4- Kendilerine yer tahsis edilmiş olanlara sulama tesislerinin kurulması 
5-Makine Ekipman temini
6-Tarımsal ürünün endüstriyel ürüne dönüşmesi konusunda proje ve tesisler 
7- Paketleme tesisleri kurmak. 
Bu kurum yöre halkı tarafından yapılan üretimi piyasa fiyatlarından satın alsın, ister işlesin ister paketlesin ama gerek Türkiye'de gerekse yurt dışında bu ürünleri o kurum pazarlasın. 

Bu kaba modeli değerli bürokratlarımız rafine edebilirler. Arzu ederlerse ben de şahsen rafine etme çalışmalarına katılırım. Alın bu modeli yayın Türkiyeye de şu bilmem kaçıncı reform işleri bitsin. Umarım Sn. Başbakanımız kendisine gönderdiğim mektubu okumuştur.

Sevgiyle

12 Temmuz 2009 Pazar

DEMOKRATİKLEŞME

Sürekli demokratikleşmeyi tartışıp duruyoruz; siyasetçiler, kanaat önderleri, köşe yazarları çiçek bar müdavimleri, velhasıl herkes. Adımlar atılıyor, atılıyormuş gibi yapılıyor. Ama karşıt görüş duyunca hemen gardımızı alıyor ve hatta kendimizi kaybedip adeta karşımızdakini azarlarcasına karşılık veriyoruz. Kim yapıyor bunu dersiniz neme lazım siz tahmin edin.

Refah Yol hükümeti zamanında sayın Başbakanla bir konuda görüşmemiz vardı ben de bunu fırsat bilip sayın Başbakana nezaket sınırlarına dikkat ederek bir sual yönelttim. "Biz vatandaş olarak sizler Bakanlar Kurulunda neler konuşuyorsunuz çok merak ediyoruz. Her ne kadar her seferinde Hükümet sözcüsü bilgi veriyor ise de bu ne kadar yeterli oluyor hep bir soru işareti içimizde kalıyor". Sonra da bir öneride bulundum: Sayın Başbakanım acaba "halka açık bir bakanlar kurulu toplantısı düşünmez misiniz? "zira teknoloji buna müsait (bugün dahada müsait) halkımız ilgili bakana ya da size bir sual yöneltir, interaktif bir şekilde bizler de bir bakanlar kuruluna katılırız. Sizce doğru ve şık olmaz mı sayın Başbakanım? "Sessizlik" bu toplantı bitmiştir anlamına geliyordu.

Ben bu fikrimi o günden beri bulunduğum her ortamda bıkmadan usanmadan dile getiriyorum, şu ana kadar itibar eden de olmadı. Sn. Hussein Barack Obama'nın Başkanlık yemini edip görevi devir aldıktan sonraki ilk icraatlarından biri Amerikan Halkı ile bir video konferans düzenlemek oldu. İnteraktif soru-cevap, çekinmeden, şeffaf, hem de tüm kamuoyunun önünde.

Sahi biz demokratikleşiyoruz değilmi !!

Sevgiyle